Kelepçelenen Vicdanlar!

Cahit Kılıç

cahitkilic@haberx.com

Eğer işiniz ya da anlayışınız gereği az da olsa tefekküre dalıyorsanız; oturup bunları düşünmeden edemezsiniz!..

* Bir ülkenin yönetimi, o ülkenin halkını baskı ve zulüm altında yönetiyorsa,

* O yönetim, her türlü hakkaniyetten ve adaletten uzak ise,

* İnsan hak ve hürriyetleri, evrensel hukuk ayaklar altında çiğneniyorsa,

* O yönetim, ülkede kanun ve nizâmı tesis etmek yerine; bilakis, müesses nizâmı hiçe sayarak bizzat mafyalaşmış ise,

* Ülkenin millî kaynaklarından elde edilen geliri, ülkenin en ücra köşesinde yaşayan vatandaşına kadar eşit dağıtması gerekirken; en baştaki lider, kendi ailesine ve de iktidar gücünün etrafına öbeklenmiş avanesine paylaştırıyorsa,

* Daha da açık söyleyelim: Ülke yönetimi, bir avuç elit ile ülke kaynaklarını talan ediyorsa,

* Üstelik bu ülke, dünya çapında çok önemli yer altı ve yer üstü doğal kaynaklara sahipse,

* O ülkenin her karış toprağına, her katre suyuna, alınan her nefesine ortak vatandaşların nerdeyse tamamına yakına o kaynaklardan zerrece faydalanamıyorsa ve yoksullukla boğuşuyorsa,

* Daha da beteri: Gaspedilen hakları için sesini çıkarmaya çalışnların başına tokmak indirilip, elleri kelepçelenerek mâhpus damlarına dolduruluyorsa:

Bu zulme ve adaletsizliğe karşı en önce kimlerin tavır koymasını, kimlerin mâzlum halkın ayaklar altına alınan haklarını dile getirip savunmasını beklersiniz?!

Soruyorum şimdi size: O ülkedeki totaliter rejime, sizce ilk olarak kim baş kaldırmalıdır, hanımlar ve beyler?

Dağda sürü otlatan çoban mı?

İnşaatta beton döken âmele mi?

Yoksa kasabadaki lastik tamircisiyle, pazardaki peynirci mi?

Ya da…

O ülkenin aydınları mı?

İster sanatçı, ister akademisyen, ister hukukçu, hekim, gazeteci, eğitimci, politikacı ve başka türlü çeşitli meslek sahibi okumuş, aydın sıfatı kazanmış insanlar mı?

Duvarda iki ayrı diploması asılı duran; ancak ülkesinin ve dünyanın her türlü meselesine bigâne kalan okumuş eşek takımı, benim konum dışındadır! Ben, akıl ve iz’an ve de vicdan sahibi aydınlardan bahsediyorum…

“E tabiî yani! Elbette ki aydınlar!” diyeceksiniz…

Belki arada “Ya aydınlar üzerinde de baskı ve zulüm varsa, o zaman onlar nasıl konuşacak?” diye sorduğunuzu duyuyorum.

Hele bir çevirin gözünüzü sağa, sola ve bakın… Göreceksiniz ki etrafta her türlü baskı ve zulme rağmen susmayan aydınlar da varmış!

Varmış ki, hapishane koridorlarında elde kitap volta atıyorlar…

Varmışlar ki, sadece kendileri değil; akraba taallukatları dahi cezalandırılmışlar. Kimisi hapse atılmış, kimisi işinden kovulmuş, kimisinin bir bahaneyle malına mülküne el konmuş…

Yok mudur etrafınızda böyleleri?

At gözlüğünü çıkarın da gönül gözüyle, vicdan gözüyle bakın; o vakit hiç de azımsanamayacak kadar olduklarını fark edeceksiniz!..

***

Yirminci asrın en acımasız hastalığı olan totaliter devlet yönetimi, dünya üzerindeki her türlü politik ve demokratik hareketlenmelere rağmen; yirmi birinci asırda da devam ediyor maalesef!..

Aslında tarih, biz yirminci asır çocuklarına; baskı ve zulüm üzerine kurulu imparatorlukların, tiranların, kan dökücü despotların yıkılışını bizzat görme ve an be an takip etme şansını bahşetti…

İlk önce, gençlik dönemimizin en ateşli yıllarında; yıkılıp dağılmasını can-ı gönülden istediğimiz ama yıkılacağını asla hayâl edemediğimiz Sovyet İmparatorluğunun çökmesini seyretme bahtiyarlığına nail olduk…

Arkasından Sovyetlerin kuyrukçuluğunu yapan nice despotik yönetimler, nice cüce tiranlar yıkılıp gittiler…

Yeşerdi ümmid-i bülendimiz: Peş peşe Türkî devletler kuruldular…

Alkışlamaktan ellerimiz ağrıdı… Sevinmekten kalbimizin çarpıntı sesleri arşa yükseldi…

Bayrakları yükseldi, ağladık… Sınırlarda kucaklaştık, ağladık; sevinç gözyaşlarımız yüreklermizi serinleten yağmur damlaları oldular…

***

Sonrası ise sükût-u hayâl oldu maalesef!..

Başlarındakiler umut olmaktan çok, umutlarımızı tırpanla biçenler oldular!..

Kimileri baştan beri, kimileri sonradan oturdukları koltuklara yapıştılar; asla gitmek istemediler…

Gitmek üzere olanlar, krallar gibi veliaht tayin ettiler. Sovyetlerden kopan Batılı halklar, süratle demokrasiye geçip, biraz da akrabları olan Batılı demokratlarla kucaklaşıp uygar dünyaya entegre olurken; bizimkiler halklarının haklarını gaspederek, kendi yerlerini sağlama almakla meşgul oldular.

Bireyin demokratik hak ve hukuku, Sovyetler döneminden dahi geriye gitti. Bunlar, kendi ülkelerinde demokrasiye ve hukuka dayalı bir devlet yönetimi tesis etmek yerine; yalana, talana, vurguna dayalı despotik rejimler kurmayı tercih ettiler.

Halklarına refah götürmek yerine, beytül malı kendi hazinelerine götürmenin yollarına baktılar. Azıcık sesini çıkaranların kollarına kelepçeleri taktılar… Hatta, yargılanmadan kaybolan nice vatandaşın akibeti bile ortaya çıkmadı. Rusya’da yavaş yavaş yıkılan Stalin ve KGB zihniyeti, buralarda artarak devam etti…

***

Amma gelin görün ki, her şeye rağmen dünyada demokratik hareketlenmeler birden bire yeniden alevlenmeye başladı ve başta Tunus, Mısır ve Libya’daki despotların zulüm üstüne bina ettikleri saraylarını yakıp yıktı ve yerle bir eyledi…

Şimdi sıra, yavaş yavaş bizim despotlara doğru gelmektedir. Yakındır, merak buyurmayınız, eli kulağındadır…

Hak ve adalet için mücadele edenlerin, insan hak ve hürriyetlerini savunanların ellerine kelepçe takan vicdanı kelepçelenmişlerin sonu da Arap Baharı’na tutulanların sonu gibi olacaktır. Hiç şüpheniz olmasın!..

Allah, her daim mâzlumların yanındadır. Zulüm pâyidâr olmaz! Tarihin çöplüğü zalimlerle doludur. Bunların o çöplüğe gidecekleri günler de yakındır!..

***

Düşündüm ki, bir müfterinin iftirasına sığınılarak derdest edilip yıldırım hızıyla hapse atılan Evez Zeynallı, eğer dışarıda olsaydı, bire bir olmasa da bunlara benzer şeyleri yazardı bugün. Siz düşününüz ki; bu yazıyı ben değil, Evez Zeynallı yazdı…

En azından: Ben, bu yazıyı ona hasrettim!..

***

Asalaklar!

Mutlaka okumuşlardır; diplomaları da duvarlarında asılıdır kesin…

Amma ve lâkin:

* Ülke insanının hakları taptalanırken,

* Devletin millî serveti baştaki diktatör ve etrafındaki yardakçıları ve de efrad-ı ailelerince yağmalanırken,

* Petrol ve Doğal Gaz rezervleri birkaç aile arasında bölüştürülürken, petro-dolarlar lüp lüp yutulurken,

* Rüşvet yolsuzluk bizzat devlet yöneticilerinin ellerinde almış başını giderken,

* Bu ve bunlara benzer bütün haksızlıklara karşı çıkan vicdan sahibi aydınlar birer ikişer mâhpus damlarına doldurulurken:

Bunlar, kırk kulplu kazanın bir kulpundan tutup kazanmanın yolunu seçiyorlar.

Tarih de bunları ve bunlar gibi olanları, her dönemde zalim diktatörlerin asalakları olarak not ediyor…

Meslekdaşları hapse atılırken ona sahip çıkacaklarına, muktedir gücün finoları rolünü oynuyor, ona buna havlıyorlar…

Önce:

“Biz araştırdık, Türkiye’de Cahit Kılıç diye bir yazar yoktur! Azadlıq Gazetesi, Cahit Kılıç diye bir müstear isim uydurmuş, kendi düşüncelerini o ad altında yazıyor!..” mealinde bir söylemle Azerbaycan halkının önünde arz-ı endam ederek yalan söylediler…

Sonra baktılar ki bu yalanı halk yutmuyor, yazılar yerli yerinde duruyor ve Azadlıq Gazetesi İnternet sitesinde yazıların linklerini veriyor.

Bu sefer de “Evet, öyle bir isim varmış! Fakat biz kendisine ulaştık ve konuştuk. ‘Benim bu yazılardan haberim yok’ dedi” mealinde bir başka yalanla inkâr ve kara propaganda yolunu seçiyorlar… (Ben, programlarını bizzat izlemediğim için, gelen bilgilerin ışığında mealen yazıyorum.)

Ar damarları çatlamasa, diktatörlerin borazanlığını yapmazlar zaten… Bunlar, benim muhatabım değiller ve asla olamazlar.

Ancak, saygıyla önünde eğildiğim Azerbaycan halkı için ispat-ı vücûd etme gereği hissettim. 11.11.2011 tarihinde konuk olduğum Ülke TV’deki konuşmamın videosu aşağıdadır:

http://www.youtube.com/watch?feature=player_embedded&v=ob-NQiQ5amU

Əlaqəli məqalələr

1 şərh

Bir cavab yazın

Sizin e-poçt ünvanınız dərc edilməyəcəkdir. Gərəkli sahələr * ilə işarələnmişdir

Back to top button