Milli bir duruş: Ebulfez Elçibey-TÜRKİYƏDƏN YAZI MÜSABİQƏSİNƏ

Semih İPEK 

Ebulfez Elçibey 24 Haziran 1938 tarihinde Azerbaycan’ın güzide köşesi Nahcivan’ın Keleki köyünde doğmuştur. Ebulfez Elçibey’in milletine olan derin sevgisini evvelâ doğduğu topraklarda aramak gerektir. Kadim Türk yurdu olan Nahcivan, tarih boyunca Türklerin ve Türklüğün önemli bir merkezi ve batıya olan Türk akınlarının bir üssü olmuştur. Selçuklu, İldeniz Atabeyleri, Harezmşahlar, İlhanlı, Kara Koyunlu, Timurlu, Ak Koyunlu, Safevi ve Osmanlı devirlerini yaşayan, Türk tarihinin izlerini her binasında, her bir dağında ve her taşında gösteren, Elçibey’in dünyaya gözünü açtığı kadim yurt Nahcivan elbette o büyük insanın dimağına, milletine olan sevgiyi ve Türkçülüğü ilmek ilmek dokumuştur. Zaten etimolojik köken açısından bakacak olur isek Elçibey’in doğduğu köy olan Keleki’nin ismi de kadim bir Türkçe kelime olup Türk boyları arasında bu ad daima taşınagelmiştir. Mesela Türkmenlerin Ersarı oymağında Kelek adı, Özbeklerin Lakay boyunda Kelekey adlı bir kolu ve Harbedenlü Türkmenlerinin Keleklü kolu hep bu isimle ilgilidir. Yani Elçibey’in doğduğu köy Türklüğün kadim bir ismini taşımaktadır.

1957’de Azerbaycan Devlet Üniversitesi (ADU) Şarkiyat Fakültesi Arap Filolojisi Bölümünü kazanan Elçibey’in bu fakülteye girmesinin esas amacı Nizami, Fuzûlî gibi büyük şairleri yakından tanımaktı. Çünkü o, birliğe giden yolun merhum İsmail Gaspıralı’nın “Dilde, fikirde işte birlik” şiarından geçtiğini bilmekte idi. Türk dilinin büyük şairlerini öğrenmek, onların söz dünyasından faydalanmak ve bu edebi hazinenin farkına varmak her açıdan önem taşır. Bazı teorisyenlere göre milleti millet yapan ve birbirine bağlayan esas öge dildir. Dilini kaybeden bir milletin ne kültüründen ne de benliğinden bahsedilebilir. Türk Dünyası’nın ise batıdaki büyük şairi Fuzûlî’yi öğrenmek (Doğu Türklüğünün büyük şairi ise Nevâî’dir) o edebi birikim ile insanın yolunu aydınlatmasını sağlayacaktır.

Elçibey lisans eğitimini tamamladıktan sonra tercüman olarak Mısır’a gitmiş ve orada da kazandığı maaşla Azerbaycan’ı tanıtmaya, insanları bu devletten haberdar etmeye çalışmıştır. Çünkü kendisi sosyal arenada tanınmaya haklı olarak önem vermekte idi. Mısır’da yaşadığı bir anı, onun her yerde ve her ortamda milli duruşunu sergilediğini açıkça gösterir. Bir gün Mısır’ın Luksor şehrine Sovyet uzmanları, Devlet Başkanları (Sovyetlerden Kruşcev, Mısır’dan Nasır, Irak’tan Arifi, Azerbaycan’dan Alihanov, Elcezair’den Ahmet Ben Bellani) gelir. Onları karşılayanların arasında mütercim olarak Elçibey de vardı. Herkes konuklarla tokalaşmaktaydı. Elçibey ise yalnız A.Ben Belani ve Azerbaycan’ın büyük sanatçısı Reşit Behbudov’a elini uzatır. Çünkü Kruşcev Kuzey Kıbrıs meselesinde Rumların bakış açısını taşıdığından Elçibey onunla tokalaşmamıştır. Bu yiğitçe tepkisi Elçibey’in başına sıkıntılar açmıştı. Azerbaycan’a döndükten sonra KGB Elçibey’e eziyet etmiş, bir daha yurt dışına çıkmasına izin verilmemişti.

Doktora eğitimine başlayan Elçibey 1969 yılında “Tuluniler Devleti” konulu doktorasını bitirerek tarih bilimleri doktoru olur. Sovyet bloğunda Türk kelimesinin yasak olduğu bir zamanda Elçibey’in “IX. Yüzyılda Türk Tuluniler Devleti” hakkında doktora tezini yazması kolay mesele değildi.[1] Dönemin kötü şartları içinde Türk tarihini çalışmak bir yana, ona ilgi duymak bile başlı başına bir suç idi. Daha öğrenci vaktinde bile Elçibey milli meseleler hakkında düşünüyor ve bu konularda araştırmalar yapıyordu. Kendisi bir hatırasında şöyle diyor: “Üçüncü sınıfa kadar atalarımızı Midyalı, kendimizi ise Azerbaycanlı sanıyordum. Türk olduğumuzu bilmiyordum. Sınıf ve yurttan arkadaşlarım Malik Mahmudov ile Zakir Memmedov’la ayrı görüşteydik. Ben Türk değil Azerbaycanlıyım diyordum. Onlar ise Türk’sün, Türk’üz ancak bu tarih kitapları seni kandırmış diyorlardı. Aldandığımı bu kişilerin de yardımıyla üçüncü sınfta anladım.” İşte böylesine araştıran, merak eden bir genç, gelecekte Azerbaycan’ın yönetimine geçecek, Türk dünyasında ismi bugün bile sevgi ile anılan bir önder olacaktı. Bu, ta o yaşlardan aklına yerleştirmişti. Esasında bir ülkenin yönetimi çetin iştir. Çünkü bütün dertleri bir omuzda taşıma isteği ve arzusu büyük bir cesaret ve bozulmaz bir kararlılık ister. Elçibey’de ise bu meziyetler karakter olarak yaradılışında var idi. Vatan şairi olarak tanıdığımız Namık Kemal bir beyitinde:

Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini

Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini?

demiş ve bundan  nice zaman sonra bir ses ki o ses Mustafa Kemal Paşa’dır. Şöyle cevap vermiştir bu beyite:

Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini

Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini”

diyordu. İşte Elçibey’de “Kimse yok mu?” çağrısına bir dağ vakarıyla, bir sel coşkunluğuyla, bir kurt bakışıyla “var!” demiştir.

Zamanını milli şuurun uyanmasına harcayan Elçibey bu faaliyetleri nedeniyle 15 Ocak 1975 tutuklanmış ve Karadağ cezaevine gönderilmiştir. Orada mahkumlar taş ocağında çalışmaktaydı. Elçibey oradaki mahkumlarla kısa sürede dostluk kurdu ve hapishanede bile Sovyetlerin Azerbaycan’da işgalci bir güç olduğunu, kendilerinin Türk ve Müslüman olduklarını onlara anlattı. Onlara İran’da 25 milyon Azerbaycan Türk’ünün yaşadığını haber verdi. Bir insanın düşeceği en zor durumlardan biri olan tutukluluk halinde bile o, kendi derdini değil milletinin derdini çekmiş, kendi derdini değil onun derdini anlatmış herkesin kendini düşündüğü yerde o, yine milletini düşünmüştür. Onun sağlam duruşu ve gayretleri ile parmaklıklar ardındaki dört duvar, bir Hazreti Yusuf  medresesi görevi görmüştür. Elçibey, gittiği her yere ışık saçmıştır. Mahkumlar da bu millet aşığı insanı çok sevmiştir.

Ebulfez Elçibey, Mehmet Emin Resulzâde’den miras aldığı “Yükselen Bayrak Bir Daha İnmez” parolası eşliğinde mücadelesine devam etmiş ve 30 Agustos 1991 tarihinde Azerbaycan’ın bağımsızlığını ilan etmiştir. 7 Haziran 1992 tarihinde ise ilk defa yapılan demokratik cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Halk Cephesi lideri Ebulfez Elçibey, Azerbaycan Cumhurbaşkanlığı’na getirilmiştir. Bu vazifeyi layıkıyla hakeden Elçibey’in ilk görevi devletin “milli” karakterini güçlendirecek faaliyetler yapmak oldu. Bunlar arasında: Kiril alfabesi bırakılarak tekrar Latin alfabesine geçilmesi, Türk dilinin resmi dil olarak belirlenmesi önemli yer tutar. Elçibey alfabe meselesini kültürel değil siyasi bir mesele olarak görmüş; Fars ve Rus emperyalizminin buna engel olmaya çalıştığını ifade etmiştir. Elçibey, 1938’de Stalin tarafından yasaklanan “Türk Dili” ibaresini kanunlaştırmak için mücadele etmiştir. Millet olarak Türk adının kullanılmasını ve devlet dilinin Türk dili olarak ilan edilmesini Türkiyecilik olarak tanımlayanlara karşı Elçibey, şunları söyleyecektir: “Bize çoğu zaman sizin yaptığınız Türkçülük değil, Türkiyeciliktir diyorlar. Biz Türk adını almakla güya Türkiye ahalisinin adını benimsemişiz. Halbuki Azerbaycan Cumhuriyeti (1918-1920) milletin adını resmen ‘’Türk‟, devlet dilini ‘’Türk Dili‟ ilan ettiğinde hatta Azerbaycan’da bu anane yaşatılırken, Türkiyeliler kendilerine ‘’Türk‟ yerine ‘’Osmanlı‟ diyorlardı. Bu sebepten bana göre kendisini Türk olarak isimlendirmek, Türkiyeliden çok manevi olarak bizim hakkımızdır’’diye ifade etmiştir.

Azerbaycan Silahlı Kuvvetleri’ni  kuran ve tam İstiklâl parolası ile hareket eden Elçibey evvela her karışı mukaddes toprağı pis çizmeleriyle işgal eden 80 bin kişilik Rus ordusunu Azerbaycan’dan çıkardı ve Azerbaycan kıyılarındaki Rus donanmasına ait gemilerin tamamını sınır dışı etti. Moskova’nın karşı çıkışlarına rağmen Elçibey bu dirayeti göstermeseydi, bugün hâlâ Azerbaycan’da büyük bir Rus kuvveti var olabilirdi. Böylece Elçibey ileri görüşlülüğü ile Azerbaycan’ı bugün Sovyetlerden ayrılan diğer ülkelerin durumuna düşmekten kurtarmıştır. Çünkü kendisi Sovyet Rusya’dan ayrılarak bağımsızlığını ilân eden Türk Cumhuriyetlerinin başkanları arasında “Komünist Partili olmayan” tek liderdir. Ve Azerbaycan ise SSCB den ayrılarak bağımsız devlet olan ülkeler arasında Rus askerlerini topraklarından çıkaran ilk devlettir.

Sonradan meydana gelen 1993’teki ayaklanmalar sırasında Keleki’ye gidişinin tek nedeni de o canından çok sevdiği, başından yüce tuttuğu ve evladı olmakla gurur duyduğu aziz milletin kötü vaziyete düşmesini önlemek idi. Çünkü o Azerbaycan’da kardeş kanı akmasından ise kendi haklarından feragat etmeyi göze alabilecek derecede vatanperver ve milletperverdi.

Elçibey’in iktidara gelmesi, Azerbaycan-Türkiye ilişkilerindeki yoğun dönemin başlangıcı olmuştur. Görüş itibariyle Türkçü olduğunu belirten ve Atatürk hayranlığını her fırsatta dile getiren Devlet Başkanı Elçibey “Türkiye, Azerbaycan’ın dış politikasının başköşesinde yer tutacaktır” diyerek Türkiye’ye atfettiği önemi ortaya koymuştur. Öyle ki Türkiye sevdası ile Elçibey dünyanın mühim petrol yataklarından olan Bakü petrollerinin %35’inin Türkiye, %35’inin Azerbaycan, geriye kalan %30’unun ise “sus payı” olarak Batı sömürgecilerine verilecek şekilde taksimat yapılmasını düşünüyordu. Böyle bir durumun dünya tarihinde ne eşi ne de benzeri vardır. İşte bu, kardeşi öz canından sevmenin en güzel örneğidir.

Elçibey son devirlerinde, ağır hastalık geçirdiği zamanda bile Türkiye’deki deprem bölgesini ziyaret etmiş, ABD’deki Türk yürüyüşüne katılmış ve Türk Ocakları Kurultayı’nda o efsane üslubuyla bir konuşma gerçekleştirmiş ve bunların hepsini çok hasta bir halde aşkla, sevgiyle yapmıştır.

Her ortamda, her fırsatta milli duruşundan taviz vermeyen, Türk dünyasını candan seven, Azerbaycan için her cefaya katlanan, “Bütün Azerbaycan Yolunda” canla, başla çalışan Elçibey, iktidara geldiği günden itibaren Türkiye ile birlikte olmayı milli bir politika haline getirmiş, ABD, Rusya ve İran’a yiğitçe sırt çevirmiştir. Elçibey’in bu cesareti, yiğitliği ve milletine olan aşkı ise elbette cezasız kalmamış, Azerbaycan üzerinde oynanan oyunlar düşmanların lehine meyvelerini vermiştir. En üzücü taraf da Elçibey’in bu sevgisi ve bu çabasına rağmen Türkiye hükümetlerinin en beklenilen zamanda kayıtsız kalmasıdır. Türkiye’nin yaptığı hatalar Elçibey’i de zor duruma düşürmüştür. Ama o hata yapanın hükümet olduğunu, halkın yine bir kandan olduğunu unutmamış, ne yanlış olmuşsa asil duruşuyla sineye çekmiştir. Ve bütün derdi, kederi, sevinci, millet aşkını toplayan o engin sinesi 22 Ağustos 2000 tarihinde son nefesi Türkiye’nin bağrında,[2] “Milletim, Vatanım” diye diye vermiştir. Bugün de o asil lider Bakü’yü ve Hazar’ı, Fahri Hiyabandan sevgi ile seyrediyor. Bir Hazar’ın doğusuna, bir batısına bakıp eski günlerin hatırası ve geleceğin ümidi ile iç geçiriyor.

Yazı  Elçibәy-80 yazı müsabiqәsinә tәqdim edilir

Xural.com

 

[1] Diğer adı ile Tolunoğulları Devleti, 868 ve 905 yılları arasında hüküm sürmüş, Mısır ve Suriye’ye hakim olan Türk-İslam devletlerindendir.

[2] Elçibey son nefesini bile Türklük sevgisiyle Atatürk’ün kurduğu GATA’da vermiştir.

Əlaqəli məqalələr

Bir cavab yazın

Sizin e-poçt ünvanınız dərc edilməyəcəkdir. Gərəkli sahələr * ilə işarələnmişdir

Back to top button